8 Aralık 2011 Perşembe

Masaüstü Mim'i

Sevgili Ayben, bana masaüstü mim'i yollamış. Aslında biz eskiden blogger iken böyle mim diye bir şey yoktu ya da ben bilmiyordum. Ama hoşuma gitmedi de değil(: 
Bilgisayarda masaüstüne önem veren bir insanım. Arkaplan resmim her zaman olur ve seçerken de önem gösteririm. Arkaplan resmim daha önce "Bir Kaç Kare İstanbul'dan" yazımda yayınlamış olduğum kendi çektiğim Bebek fotoğrafıdır. Klasörlerimi olabildiğince toplu tutmaya çalışsam da ödev, proje, kulüp işleri çok yoğunlaştığında masaüstünde de bir yoğunlaşma oluyor haliyle ama ara ara toplayarak düzenimi devam ettiriyorum. Ayrıca her klasöre farklı bir klasör simgesi seçerim. Kullanımı ve kişiselliği arttırdığını düşünürüm. Her bilgisayarda olanların dışında, Fotoğrafçılık, Ders, Kısayollar, Büyak ve Business diye 5 klasörüm var masaüstünde.Fotoğrafçılık ile uğraştığım için editlenecek olan ve editlenmiş olan fotoğrafları, fotoğrafçılıkla ilgili bilgilendirici yazıları, fotoshop ve benzeri programları bir klasörde topladım. Derslerle ilgili materyalleri bir arada tutmak için "Ders" klasörünü oluşturdum. Yeni programlar denemeyi çok seven yükleyip inceleyen bi'adam olarak programların kısayollarını tutmak için bir klasöre ihtiyacım vardı, "Kısayollar" bana bu konuda yardımcı oluyor.Büyak, açık yazmak gerekirse Boğaziçi Üniversitesi Yöneylem Araştırma Kulübü, bağlı bulunup aktif olarak çalıştığım, e-Bülten proje liderliğini yaptığım öğrenci kulübüdür(Ayrıntılı bilgi için tıklayabilirsiniz). Kulüple ilgili bir çok belgeye kısayoldan ulaşmam gerektiğinden de bu klasör var orada. "Business" klasörü de adı üzerinde çalıştığım projelerle ilgili klasörleri, CV'mi, iş hayatı ile ilgili hoşuma giden yazıları sakladığım klasördür. Bahsetmediğim bir diğer öğe Not Defterim.txt. O kadar çok bilgisayar üzerine not alıyorum ki, böyle bir not defterini de en çabuk ulaşacağım yere iliştirdim. Sağ tarafta olan elektronik küçük not kağıtları yetmiyor mu?Gördüğünüz üzere 8 tane olmasına rağmen çoğu zaman yetmiyor. Daha da fazla kalabalık olmasın diye bir not defteri dosyası da açtım. Sağ tarafta bataryamın durumunu gösteren bir araç, saat, bir de günlük hava durumu hakkında bana haber veren bir araç daha var.
Baya çok şey yazdım galiba(: Benim masaüstüm böyle ya sizinki? Bu mim'i Deli Anne ve İkiz Annesi'ne gönderiyorum.

1 Aralık 2011 Perşembe

Portre: Tenekeci Teyze

İsimsiz yorgun bir yüz... "Çek evladım benim bir fotoğrafımı" dedi objektifi ona doğrultur doğrultmaz. Belli ki sıkılmıştı insanların gözlerini ondan kaçırmasından. "Yok bugün iş yok, Arnavutköy'den beri bi'şi' bulamadım" diye dertleşiyor benle. Yanında sürüklediği pazar arabasına bakıyorum, boş. Arnavutköy'den Bebeğe kadar bulunmayan tenekeler mi onu üzen yoksa sahilde koşuya çıkanların onu insan gibi görmeyişi  mi kestiremiyorum. Kısa da olsa sohbetimiz tenekeci teyzeyi neşelendirmişti. O teneke bulma, ben de bir kaç kare yakalama umuduyla yollarımıza devam ettik...

29 Kasım 2011 Salı

Bir Kaç Kare İstanbul'dan

 Bir ışıltılı dünya, Galata Köprüsü'nden Süleymaniye Camisi'ne bakarken, bize yansıyan...
 Aşiyan Yokuşu'ndan aşağıya doğru inerken...
 Günümüz Bebek'ine eskitilmiş bir görünüm...
Ortaköy'de objektifime takılan ve benim gerçekten çok beğendiğim bir kare...

18 Ekim 2011 Salı

Nerden Gelip Nereye Gidiyorum

Ben eskiden daha araştırmacı bir ruha sahiptim. Bir şeyler öğrenebilmek amacıyla can atar, bilimi düzenli olarak takip eder, sorgulardım. Ne yazık ki bu dönemi üniversite dönemimle çakıştıramadım. Zira pek çok yazılı ve online yayına çok kolay ulaşabiliyorum şu an. Ancak bunu genel bir bilgi olmasından öteye geçirmedim. İçimde araştırma isteği kalmamış. Eskiden sadece bir İngilizce yazıyı okuyabilmek için çabaladığım zamanı, İngilizceyi öğrendikten sonra harcamamaya başladım. Kuantum fiziğini lisedeyken kavrayan ben, üniversitede fizik derslerimden 'CC' ile zar zor geçen bi' adam olmuştum. Artık tek derdi kaydı not ortalamasını yükseltmeye çalışan birisi olarak buldum kendimi üniversitedeki ikinci yılımda. Ne büyük bir kayıp.Ancak bölümümün not ortalamasının çok gerisinde kalan birisi için hocaların önerdiği tek şey de bu. Gelecek kaygısı tabii ki bunu bana zorlayan. Gelecekte bir iş bulabilmenin, hayatını devam ettirebilmenin 'içgüdüsel' dürtüsü bu. Anlayacağınız yavaş yavaş hayvanlaştırılıyoruz, içgüdülerimizle yaşamaya başladıkça...

11 Ekim 2011 Salı

3 Nokta

.
ve nokta konuldu yazıya
sonu gelmez ünlemler yerine
öyle bir noktada konuldu ki
sessizlik hakim oldu dünyaya
serzenişleri kabul ettirircesine
.
bir nokta daha kondu en sona
daha ne denir ki dercesine
bir sancı başladı içimizde
haklı bir sancı, hak vermenin sancısı
.
son bir nokta daha
son bir mermi gibi ölümü getiren
sessizliği arttırırcasına
ve hüzün artık akan gözyaşında
altına imza bile atılmadan baskıya verilen yazıda
toprakta, gökyüzünde, yağmurda

                                     EM-Sorkun

30 Eylül 2011 Cuma

Bir Yağmurlu İstanbul Sabahı

 Pencereme yansıyanlar...

Bakınca gökyüzüne penceremden görünen
Fazla değildir bir kaç damladan aşağı süzülen
Yağmurun yeryüzüne inişini seyrederken
Saat çok geç değil, belki biraz da erken
Koşuştururken hayatın peşinden
Durup düşünmek için derinden
Saat çok geç değil, belki biraz da erken

                                                       EM-Sorkun

22 Eylül 2011 Perşembe

Merdivenler

Merdivenler vardır çıkılmayı bekleyen doğanın güzellikleri altında...




20 Eylül 2011 Salı

Daktilom


Bu daktiloyu bana hediye eden müthiş insana tekrardan teşekkür ediyorum.

18 Eylül 2011 Pazar

Sebep-Sonuç Yazısı

Zordur kendini kontrol etmek, rahatlıkta, sarhoşlukta. Hep eğlenmek,her söylediğine gülmek ister insan. Çok sevdiğiniz insanları kolaylıkla üzebilmenizin de sebebi budur işte. Çok uzaklarda aramayın…

Aşkın Sarhoşu

17 Eylül 2011 Cumartesi

Yazdım Öylesine


Bir defter bir de kalem yanımda duran. Bir not her an düşülmeye hazır hayattan. Zira söz uçar yazı kalır. Tahminimce 3G ile görüşme hayatımıza girme safhasında bu kadar zorlanırken elektronik posta(e-mail), kısa mesaj(SMS) vb. teknolojiler çok daha kolay girdiler hayatımıza. Ancak buna rağmen insanlarda yüz yüze görüşmenin samimiyeti hiçbir şeyde yoktur. Mesajla kutlanılan bayramdansa insanlar aramayı daha çok severler. Yazılı şekilde olunca insanlara daha resmi mi geliyor acaba? Ancak yazılı iletişimin her iki tarafın aynı anda uygun olmasını gerektirmemesi, iki tarafında uygun olduğu vakit aralığında cevap yazması galiba iş yoğunluğunda e-posta, kısa mesaj gibi şeylerin kullanımını arttırıyor. Daha önce bir gazetede e-postanın yararlı mı zararlı mı olduğu konusunda bir yazı okumuştum. Habere göre çalışanların büyük bir kısmı vakitlerinin çoğunluğunu e-postalarını kontrol etmekle geçiriyorlarmış. Kontrol ettikleri e-postalara dönüp dönüp bakmıyorlarsa bence faydalıdır. Yeter bu kadar blog yazmak/okumak, kısa yoldan çıkış için tıklayınız.

16 Eylül 2011 Cuma

Merhaba

Bir gözyaşı gibidir hayat. Oluşur, gözden çıkar, yanakta süzülür ve en son yere düşer.İşte şu an tam hayatın ortasında, yanağa tırmanma noktasındayım. Biliyorum ki yanağın en dolgun noktasına tırmandıktan sonra yavaş yavaş da aşağıya süzüleceğim. Tek amacım geçtiğim her noktada bir ıslak iz bırakabilmek. Belki de bu blogda okuyacağınız her kelime ölmeden dünya üzerine bir kelime daha kazıyabilmek amacıyla yazılacak. Okuyacaklara saygılarımı sunarım.